Dünyada yeni bir ateist grup boy gösteriyor. Din de yeni ateistlerin ekmeğine yağ sürüyor;çünkü insanlar radikal dincilerden, terörden ve ve dünyayı pençesine alan çekişmeden bıkmış durumda. Önde gelen bir ateist “ Din herşeyi zehirliyor.” diye yazdı. Yeni ateistler dini suçlarken bilimi yüceltiyor hatta bazıları bilimin Tanrı’nın var olmadığını kanıtladığını ileri sürüyor. Peki bu doğru mu? Daha doğrusu mümkün mü?
Sizce zaman ateistleri haklı çıkaracak mı?
Britanyalı ünlü filozof Antony Flew’in 50 yıl boyunca bir ateist olarak tanındıktan sonra 2004 yılında görüşünü değiştirdiğini açıklaması herkes için büyük bir şok oldu. Peki Flew’in fikrini değiştirmesinin nedeni neydi? Tek kelimeyle bilim…
O evrenin doğa kanunlarının ve yaşamın yalnızca bir tesadüf sonucu meydana gelmiş olamayacağına ikna olmuştu. Bu sonuca varması mantıklı mıydı?

Doğa Kanunları nasıl meydana geldi?
Fizikçi ve yazar Paul Davies bilimin doğa olaylarını açıklamakta olağanüstü bir iş başardığına dikkat çekti. Fakat şunu da belirtti. “ Öte yandan “Doğa kanunları neden var?” Gibi sorulara o kadar net cevaplar verilemiyor. Bilimsel keşifler bu tür sorulara o kadar net cevaplar getiremiyor. Bu önemli soruların birçoğu medeniyetin doğuşundan beri değişmedi ve aklımızı kurcalamaya devam ediyor.”

Flew 2007 yılında şöyle yazdı: “ Önemli nokta yalnızca doğada düzenlerin olması değil, bu düzenlerin matematiksel olarak kesin, evrensel ve birbirine bağlı olmasıdır. Einstein bunlara somut mantık diyordu. Bizim sormamız gereken soru, doğanın bu şekilde bir bütün haline nasıl geldiğidir. Bu kesinlikle Newton, Einstein ve Heisenberg gibi bilim adamlarının sordukları ve cevapladıkları sorudur. Bu kişilerin buldukları cevap Tanrı’nın Aklı olmuştur.”

Doğa kanunlarının ve yaşamın tesadüfen oluştuğunu düşünmek aslında mantığa hitap etmez. Yaşadıklarımızdan öğrendiğimiz gibi, ortada bir tasarım, özellikle de çok karmaşık bir tasarım varsa bunları tasarlayan biri de olmalıdır.

Yeni ateistler görüşlerinin en büyük destekcisinin bilim olduğunu iddia etseler de ne ateizm ne de teizm tamamen bilime dayanır. İkisi de iman gerektirir; ateizm amaçsız kör bir rastlantının gerçekleştiğine, teizm ise zeka sahibi bir İlk Nedenin varlığına iman gerektirir.
Kimlerin inacının sağlam temellere dayandığı kanıtlanabilir, ateislerin mi yoksa dindar kesimin mi? Örneğin yaşamın kökenini ele alalım.
Ortada birbirinden farklı birçok teori olsa da evrimciler yaşamın kökeninin hala bir sır olduğunu kabul ediyor. Önde gelen yeni ateistlerden Richard Dawkins evrende pekçok sayıda gezegen olduğuna göre yaşam herhangi bir yerde oluşmuş olabilir diye iddia ediyor. Fakat birçok saygın bilim adamı bundan o kadar da emin değil. Cambridge’de profesör olan John Barrow şöyle diyor: “ Yaşamın ve zekanın evrimi her aşamada bizi çıkmaza sokuyor. Yaşamın karmaşık ve yok edici unsurlarla dolu bir ortamda evrimleşmesine engel olabilecek o kadar çok şey var ki, yeterince karbon ve zaman olduğu takdirde her şeyin meydana gelebileceğini varsaymak son derece büyük bir küstahlıktır.”

Yaşamın yalnızca karmaşık kimyasal tepkimelerden ibaret olmadığını da unutmamak gerek. Tersine yaşamın temelinde DNA’nın içine kodlanmış olağanüstü karmaşık bilgiler vardır. Dolayısıyla yaşamın kaynağından söz ederken biyolojik bilginin kaynağından da söz etmiş oluruz. Tesadüfi olaylar karmaşık bilgilerin kaynağı olabilir mi? Söz gelimi bir bilgisayar programı,bir matematik formülü, bir ansiklopedi hatta basit bir kek tarifi tesadüfen meydana gelebilir mi? Elbette hayır.. Üstelik karmaşıklık ve verimlilik söz konusu olduğunda bunların hiçbiri canlı organizmaların genetik kodunda bulunan bilgiyle boy ölçüşemez.

Şans Eseri Bir Başlangıç Düşüncesi Bilimsel mi?

Paul Davies ateistlerin “evrenin öylesine ortaya çıktığını bunu kimsenin açıklayamayacağını ve tesadüfen yaşamı barındırabilecek bir yapıda olduğunu düşündüğünü söylüyor. “Zaten öyle olmasaydı biz burada bunları tartışıyor olmazdık.” diyorlar. “Evrenin temelinde büyük bir uyum olabilir de olmayabilir de. Ama bir tasarım,amaç yada anlam yok, en azından bizim için anlam taşıyan bir şey yok.”
Moleküler biyoloji uzmanı Michael Denton Evolution: A Theory in Crisis (Evrim: Krizde Olan Kuram) adlı kitabında evrim teorisinin bilimsel teoriden çok ortaçağa ait bir astroloji prensibine benzediği sonucuna vardı. Ayrıca Darwin’in evrim kuramının çağımızın en büyük masallarından biri olduğunu söyledi.
İlk nedenin şans eseri olduğunu düşünmenin masallara inanmaktan bir farkı yok. Şöyle düşünün: Bir arkeolog aşağı yukarı kare şeklinde bir kaya parçası bulduğunda şeklinin tesadüfen meydana geldiğini düşünür ve bu düşünce makuldür de. Fakat sonra bulduğu parça en ince ayrıntısına kadar insan büstü şeklindedir. Bunun da tesadüfen oluştuğunu düşünür mü? Hayır. Mantığı ona “ Bunu biri yapmış olmalı der.” Kutsal Kitap da benzer bir mantık yürüterek şöyle der: “ Elbette her ev biri tarafından yapılır fakat herşeyi yapan Tanrı’dır.” ( İbraniler 3:4) Siz de bu sözlere katılıyor musunuz?
Oxford Üniversitesi Matematik profesörü olan John Lennox şöyle diyor: “ Evren hakkındaki bilgimiz arttıkça neden var olduğumuz sorusuna verilebilecek en iyi cevabın evreni belli bir amaçla tasarlayan bir Yaratıcı Tanrı’nın var olduğu varsayımına güvenimiz artıyor.”
Ne yazık ki Tanrı’ya inancı zayıflatan etkenler arasında O’nun adına yapılan kötülükler de var. Bunun sonucunda da bazıları din olmazsa dünyanın daha iyi bir yer olacağı sonucuna varıyor. Peki siz ne dersiniz? Dinin olmadığı bir dünya daha mı iyi olurdu?